MAHMUTPAŞA

Eminönü eskilerin “Nefs-i İstanbul” dediği, Dersaadet’in yani asıl İstanbul’un kalbinin attığı yerdir. Denilebilir ki Eminönü, kıymetli inciler ihtiva eden bir mahfazadır. Süleymaniye, Sultanahmet, Ayasofya, Yeni Cami gibi muhteşem mabetler yanında, üç kıtaya yüzyıllarca hükmeden bir devletin kalbinin attığı yer olan Topkapı Sarayı da buradadır. Ve daha nice cami, han, hamam, kervansaray, mektep, medrese, türbe, sebil, çeşme ve imarethaneyi bünyesinde barındırır.
İstanbul’un Eminönü İlçesi aynı zamanda şehrin en eski ve o ölçüde mühim bir ticaret merkezi konumundadır. Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı gibi iki mühim bedesteni, Mahmutpaşa, Mercan, Tahtakale gibi bugün hemen hemen yaşayanı kalmayan, sadece bir ticaret merkezi olup hanlar ve dükkanlarla dolu, gündüzleri bünyesinde olağanüstü denilebilecek nüfusları barındıran semtleri de vardır. İşte bu yazıda İstanbul’un bu üç semtinden; Mahmutpaşa, Mercan ve Tahtakale’den bahsedeceğiz.



*Mahmutpaşa İsmi

Mahmutpaşa, Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı gibi iki önemli tarihi ve ticari merkezin arasında yer alır. Adını Fatih Sultan Mehmed’in uzun yıllar sadrazamlığını yapmış olan Mahmud Paşa’nın yaptırdığı külliyeden alan bir alışveriş semtidir.*






Mahmutpaşa Tarihi


Mahmutpaşa, Kapalıçarşı’nın Mahmutpaşa kapısından Sultanhamam mevkiine doğru uzanan cadde ve çevresindeki karmaşık sokaklardan ibarettir. “Mahmutpaşa Yokuşu” da denilen bu cadde ve çevresi çok sayıda han, dükkan, ardiye ve atölye ile doludur, gündüzleri büyük bir kalabalığa ev sahipliği yapar. İstanbul’un en eski hanı olan Kürkçü Hanı’nı da içerisinde bulunduran semt, Bizans zamanında başlayan ve Osmanlı devrinde de devam eden ticari özelliğini bugün biraz itibar kaybetmekle beraber halen sürdürür. Mahmutpaşa Külliyesi’nin yapılmasından sonra 15. yüzyıl sonlarına doğru mahalle olarak kurulan semt, o devir defterlerinde “Mahalle-i Nefs-i Camii” şeklinde kayıtlıdır.
Mahmutpaşa semti, İstanbul’un 7 tepesinden ikincisi olan Nuruosmaniye tepesinin kuzey yamacında yer alır ve bu durum Mahmutpaşa mevkiinin Bizans’tan bu yana gelmiş olan önemini ortaya koyar. Zira Bizans İstanbulunun merkezini; birinci (Sarayburnu), ikinci (Nuruosmaniye) ve üçüncü (Beyazıt) tepeleri ile buralardan geçen Mese anayolu oluşturuyordu.
15. yüzyıl sonlarında bir mahalle olarak kurulan Mahmutpaşa, uzunca bir dönem Haliç’e nazır konumu ile seçkinlerin saray ve konaklarının da yer aldığı bir bölgeydi. Fakat İstanbul limanının hemen üstünde yer alması ticaretin zamanla ağır basmasına yol açtı ve böylece hanlar, dükkanlar ve ardiyeler çoğalmaya başladı. Bu durum konutların azalmasına yol açarken semtte çıkan yangınlar bu süreci hızlandırdı. Her yangından sonra saray ve konaklarda oturanlar başka tarafa göçtü, yerlerine hanlar ve dükkanlar inşa edildi. 19. yüzyılda bu durum büsbütün belirginlik kazandı ve 20. yüzyılda Mahmutpaşa, Mercan ve Tahtakale civarı artık tümü ile bir ticaret merkezi haline geldi. Bu geniş alan İstanbul’un, dolayısıyla tüm ülkenin en önemli ticaret merkeziydi. Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı gibi iki önemli alışveriş biriminin arasında yer alması da Mahmutpaşa’ya büyük bir önem kazandırıyordu. Civarındaki Mercan, Sultanhamam, Yeşildirek ve Tahtakale gibi semtlerle Mahmutpaşa, yalnız perakende ticaretin değil toptancı ticaretinin de kalbiydi.
Fakat zamanla İstanbul’da Mahmutpaşa’nın bu üstünlüğüne rakip olarak yeni ticari merkezler doğdu. Galata, Karaköy, İstiklal Caddesi ve Şişli gibi yerler önem kazanmaya başlayınca Mahmutpaşa çevresi dar gelirli insanların giyim ihtiyaçlarını karşılayan bir mekan haline geldi. Seyyar satıcıların caddede yoğunlaşmalarıyla bu durum daha da belirginlik kazandı. Gelinlik, gece elbisesi, iç çamaşırı, trikotaj ürünleri, kundura, nevresim, kürk, başörtüsü, çorap, mendil gibi ürünler satan dükkanlar bu çevrede odaklandı. Üstelik burada fiyatlar başka yerlere nazaran yarı yarıyaydı. Tabii bu durum kalite düşüklüğü manasına da geliyordu. Fakat bazı dikimevlerinin her iki tarafa da verdikleri aynı giysiler Mahmutpaşa’da düşük, Şişli ve Beyoğlu’nda yüksek rakamlarla etiketleniyordu ki bu durum gerçekten de Mahmutpaşa müşterisinin lehinedir. Bir alışveriş merkezi olarak Mahmutpaşa, bugün bu konumunu muhafaza ediyor. Caddesinde yürümek hâlâ zor, aranılan her şeyi bulmak ise hâlâ mümkündür.









*Mahmud Paşa

Doğum yeri ve tarihi kesin olarak bilinmeyen Mahmud Paşa’nın Rum veya Hırvat kökenli yahut da Rum-Hırvat melezi olduğu yolunda çeşitli rivayetler vardır. Ne zaman esir edildiği hususu da tartışmalı olan Mahmud Paşa’nın küçük yaşta annesi ile birlikte Semendire Adası yakınlarında Türk akıncılarının eline düştüğü ve Edirne’ye getirildiği biliniyor. Ümeradan Mehmed Ağa’nın himayesine giren Paşa, tahsiline bu zatın yanında iken başlayıp yine onun nüfuzu sayesinde Edirne’de saraya alınarak sıkı bir denetim içinde büyütüldü ve terbiye edildi. Burada Sultan II. Murad’ın dikkatini çekti, Sultan II. Mehmed’in cülusundan sonra onun da iltifatına mazhar olarak ocak ağalığına yükseldi.
Rumeli Hisarı’nın yapımı esnasında Anadolu Hisarı’nın tamirinde yararlılığı görüldüğünden ikinci vezirliği yükselen Mahmud Paşa (1452), İstanbul’un fethi sırasında padişahın yanında bulundu ve kuşatmanın ilk günlerinde şehrin teslimi için Bizans’a elçi olarak gönderildi. Kuşatmada İshak Paşa ile beraber Edirnekapı-Yedikule arasındaki kısımda savaştı. Şehrin bir türlü düşmemesi üzerine “Kuşatma kaldırılsın” diyen Çandarlı ve beraberindekilere rağmen Mahmud Paşa, Sultan’ı destekleyerek muhasaraya devam edilmesinden yana tavır gösterdi. Fetihten sonra Çandarlı’nın yerine sadrazamlığa getirildi (1453). Mahmud Paşa Enderun’dan çıkan ilk sadrazam olup Osmanlı tarihinde uzun süre sadrazamlık yapan paşalardandı. İlk sadareti 1466’ya kadar 13 yıl sürdü, ikinci sadaretinde ise bir sene kadar makamını koruyabildi (1472-73).
Mahmud Paşa Fatih’in maiyetinde olarak bir çok seferlere iştirak etti ve bu seferlerde büyük başarılar gösterdi. Karaman üzerine sefere çıkan Mahmud Paşa, yapılan muharebede Pir Ahmed Bey’i yenmiş, o da kaçmıştı. Sefer dönüşü Mahmud Paşa’nın yerinde gözü olan Rum Mehmed Paşa, Pir Ahmed’in veziriazamın müsamahasıyla kaçtığını, o civardan İstanbul’a gönderilenlerin fakirler olduğunu, zenginlerin rüşvet ile yerlerinde bırakıldığını söyleyerek padişahı Mahmud Paşa aleyhine kışkırttı, çadırı üzerine yıktırılan paşa sadrazamlıktan azledildi.
Akkoyunlu Seferi öncesinde yeniden sadarete getirilen Mahmud Paşa’nın (1472), bu seferde tecrübesinden çokça istifade edilmekle beraber bazı mütalaalarının padişahın hoşuna gitmemesi ve çekemeyenlerin kışkırtmaları yüzünden sefer dönüşünde padişah tarafından sadaretten azledildi. Bundan sonra hayatını Kırklareli ile Edirne arasındaki Hasköy’de sürdürmeye başladı.
Şehzade Mustafa’nın ölümü üzerine herkes gibi başsağlığı dilemek üzere İstanbul’a gelen Mahmud Paşa, hocası Kürt Hafız’ın tavsiyesine rağmen huzura çıktı fakat çok soğuk karşılandı. Düşmanları tekrar sadrazam olmasından endişe ettikleri için aleyhinde konuşmuşlar, evlat acısı ile yüreği yanan Fatih’e Mahmud Paşa’nın matem tutmadığını, hatta şehzadenin ölümünü sevinçle karşıladığını söylemişlerdi. Bunun üzerine padişah onu ortadan kaldırmaya karar vererek Yedikule’ye hapsettirdi. Bir müddet burada kalan paşa, daha sonra idam edildi.
Paşanın ölümünden evvel vasiyetnamesini hazırlayarak bütün umurun padişahta olduğunu kabul ettiğini, hiçbir şeyi bulunmayıp, Padişah’ın hizmetine bir at, bir kılıç ve 1.500 akçe ile geldiğini, oğlu Mehmed (veya Ali) ile vakıflarını padişahın himayesine terk ettiği rivayet edilir.
Fatih devrinin pek mühim bir şahsiyeti olan ve halk tarafından çok sevilerek veli olduğuna hükmedilen Mahmud Paşa’nın ölümü büyük bir üzüntüye yol açtı, hakkında mersiyeler yazıldı. Müellifler bu olayı hüzünle anlatır ve paşanın şehit olduğunu söylerler. Fatih Sultan Mehmed de pişmanlık duymuş ve cenaze törenine katılmıştı. Naşı yaptırdığı caminin önündeki türbesine defnedildi. Mükrimin Halil Yınanç’ın anlattığına göre, bir iş için dilekçe yazanlar dilekçelerini Mahmutpaşa Türbesi’nin türbedarına vererek bir gece orada kalmasını sağlarlar, böylece işlerini halledeceklerine inanırlardı.
Hiçbir Osmanlı sadrazamında bulunmayan üstün özelliklere sahip olan Mahmud Paşa’nın ilim ve fen alanında da büyük hizmetleri görülmüş tü. Ayrıca devrinin ricali, büyük alimleri ve şeyhleri ile sıkı münasebette bulunan Mahmud Paşa, bilhassa şairlere ve ediplere çok alaka göstermiş ve birçok eserin meydana gelmesine vesile olmuştu. Mahmud Paşa’nın kendisi de şair olup, “Adni” mahlasını kullanmış ve bir divan tertip etmişti. Ayrıca Farsça şiirleri de vardır.
Mahmud Paşa, başta İstanbul olmak üzere Anadolu ve Rumeli’nin pek çok yerlerinde birçok eserler yaptırmıştı. İstanbul’daki büyük külliyesinden başka; Ankara’da mescit, bedesten ve bir han, Bursa’da kervansaray ve mescit, Edirne’de cami, Hasköy’de hamam ve medrese, Sofya’da Cuma mescidi, sebil, medrese ve han yaptırmıştı.
Rivayete göre, Mahmud Paşa her yıl yerine birini bırakarak halvete girer ve erbain çıkarırdı. Kendisine bundan dolayı “Veli” denirdi. Her hafta alim ve şairleri davet edip, onlarla çeşitli konularda ilmi sohbetler yapan Mahmud Paşa, konuklarına ziyafet de verirdi. Bu ziyafetler sırasında ikram edilen pilava gerçek nohutlardan başka altın nohutlar koydurarak, nasibi olanlara bu şekilde iltifatta bulunurdu.*


Mahmutaşa’da Eserler


Mahmutpaşa Külliyesi

Semte adını veren külliye; Mahmutpaşa Mahkemesi, Mengene ve Şeref Efendi Sokakları arasında yer alır. Hemen yakınında Nuruosmaniye Külliyesi bulunur. Fetihten sonra İstanbul’da yapılan ilk vezir külliyesi ve iki büyük külliyeden biridir. Külliye; cami, medrese, imaret, sıbyan mektebi, türbe, büyük bir han, dergah, 265 dükkan ve yeri tam olarak tespit edilemeyen bir mahkeme binasından oluşuyordu. 1753 yılında meydana gelen büyük çarşı yangınında külliye büyük zarara uğradı. Medresenin sadece dershanesi kaldı ve sıbyan mektebi ile imaret ortadan kalktı. Dergahtan yalnızca çilehanesinin izlerine rastlanabiliyor. Hamamın yalnızca erkekler kısmı iyi bir şekilde günümüze ulaşmıştır. Külliyenin hanı ise (Kürkçü Hanı) İstanbul’un 15. yüzyıldan kalma en eski hanıdır. Külliyeyi oluşturan öğelerden günümüze en orijinal şekli ile ulaşabileni ise türbedir.
Mahmutpaşa Camii’nin bulunduğu yerde Bizans’tan kalma büyük bir kilise vardı. Fatih, Havariyyun Kilisesi’ni yıktırarak cami yaptırdığı gibi, Mahmud Paşa da bu kiliseyi yıktırarak cami yaptırdı. Rivayete göre, kilise yıktırılıp caminin temelleri kazılırken altınla dolu iki küp meydana çıktı. Durum Padişah’a bildirildi. Sultan, küpleri paşaya bağışlamış, o da “Caminin inşası için lazım olan para yerinden çıktı” diyerek mimar, mühendis ve işçilerin istedikleri vakit istedikleri kadar çalışmasını, kimsenin zorlanmamasını emretti. Bundan dolayı Mahmutpaşa Camii yedi yıl gibi uzun bir müddette tamamlanabildi. Külliyeyi oluşturan yapılardan cami 1463’te, hamam 1466-1467’de, medrese 1472’de, türbe 1473’de inşa edildi.

Mahmutpaşa Camii

“Tabhaneli Cami” veya “Zaviyeli Cami” denilen erken dönem Osmanlı camileri tipinde yapılmıştır. Bu tür camilerde mekanların düzenlenmesi ters ‘T’ harfi şekline benzediğinden bu tür planlı camilere ‘Ters T tipi planlı cami’ de denir. Bu tür planlı camilerde kubbe yönünde içinde namaz kılınan kubbeli ve tonuzlu bir mekan bulunur. Genellikle kubbe ile örtülü bu mekana yan kanatlara bitişik diğer mekanlarla birer eyvan açılır. Bu odaların ahi dervişlerine tahsis edildiği veya devlete ait işlerde kullanıldığı tahmin ediliyor. Bursa Orhan Gazi Camii (1339-1340), Milas Firuz Bey Camii (1396), İznik Nilüfer Hatun İmareti (1389), Bursa Timurtaş Camii, yine Bursa’daki Bayezıt ve Orhan Gazi İmaretleri, Edirne II. Bayezid İmareti (1484-1488), İstanbul Davutpaşa Camii (1485) bu tip planlı camilere örnek olarak gösterilebilir. Mahmutpaşa Camii bu tipin İstanbul’daki ilk örneğidir. Caminin mimarı Sinan-ı Atik’tir.
Cümle kapısının üstündeki, devrinin pek nefis sülüs yazısı ile yazılmış Arapça kitabesi caminin 867’de (1463) yapıldığını gösterir. Kitabe şöyledir;

“Dâru hayrin vaka‘a’l-mislü lehü mefkûd
Temme fî-ahseni’l-evkâti yükalü mes‘ûd
Fâ‘ilü’l-hayri kadihtâre li-vaz‘i’t-târîh
Yesserallâhü lenâ kâ‘a makâm-ı Mahmûd”

Giriş sövesinin sağ ve solunda bir daire şeklinde karşılıklı ve celi - sülüs yazı ile “tevekkeltü âla hâlik” yazıları, giriş kapısının iki yanında 16 mısralık bir tamir kitabesi bulunur. Cami, üç esaslı tamir geçirmiştir. Bunlar; Sultan III. Osman ve Sultan II. Mahmud devirleri ile 1936 yılında yapılan tamirlerdir.




*Rivayete göre;

Mahmutpaşa Camii tamamlandıktan sonra açılış töreninde vezirler, kazaskerler ve sair devlet erkanı camiye gelmişlerdi. Aralarında Mahmud Paşa da bulunuyordu. Namaz kılındıktan sonra Paşa, seccadesinin üzerinde uykuya dalmış ve rüyasında Peygamber Efendimizi görmüş, Peygamberimiz ona hususi hitapta bulunmuş. Paşa, Peygamber Efendimiz’den duyduklarını kimseye söylememiş. Fakat caminin temeli kazılırken çıkan altınlardan geri kalanını getirtmiş ve bir avuç altın alarak, avucunda ne kadar altın varsa o miktar altını her yıl Medine fakirlerine vakfettiğini söylemiş ve orada bulunanları buna şahit tutmuş. Sayıldığında Mahmud Paşa’nın avucunda 1001 altın olduğu görülmüş, bu hadiseden sonra her yıl paşanın vakfından Medine fakirlerine 1001 altın gönderilmesi ihmal edilmemiş.*




Mahmutpaşa Türbesi

Mahmud Paşa’nın türbesi caminin önünde bulunur. Fetih sonrası yapılan ilk türbelerdendir. 7.37 m çapında bir kubbe ile örtülü olan yapı, sekizgen planlıdır. Türbenin giriş kapısı üzerindeki Arapça kitabesi şöyledir:

“Sâhibü’l-hayrât mahmûdu’l-hisâl menba‘u’l-eltâf memdûhu’l-kemâl
Sadıku’s-sultân Mahmûdü’l-kerîm râhe mazlûmen ilâ dâri’n-na‘îm
Fâte merhûmen ve târîhün bedâ mâte Mahmûden şehîden zâhidâ”

Kitabenin son cümlesi olan “mâte mahmûden şehîden zâhidâ” ibaresi tarih mısraıdır, ebced ile hesaplandığında 878 tarihini gösterir. Kitabede gösterilen tarih olan 878 (1473), türbenin inşa tarihi olmalı, zira paşanın idam tarihi olan 3 Rebiü’l-ahir 879, 17 Ağustos 1474’e tekabül eder. Kitabenin Paşa’nın vefatından evvel de yazılmış olabileceği düşünülebilir. Ancak kitabede Paşa’nın idam edildiğini belirtmek üzere “şehit” kelimesi kullanılmış, ayrıca kitabede açık açık paşanın öldüğü, mazlum bir şeklide cennete göçtüğü yazıyor. Türbenin paşanın idamından önce yapılmış olduğu kesin görünmekle birlikte kitabenin metni şüphe uyandırmaktadır.
Ayrıca türbenin dış giriş kapısı üzerinde Sultan II. Mahmud’un yaptırdığı tamiratı gösteren bir kitabe daha bulunur;

“Mücevher söyledim târîh-i ta‘mîri edip îcâb
Münevver türbe-i Mahmûd Paşa oldu zînet-yâb” 1242

Sekizgen planlı olan türbenin dış cephesi Selçuklu tarzında açık-koyu mavi renklerde sırlı tuğla ve çinilerle kaplıdır. Alt pencereler üst düzeyine kadar köfeki taşından olup, mozaik çiniler firuze, turkuaz ve lacivert renklerdedir. Bu durum Mahmutpaşa Türbesi’ne İstanbul’un en zengin dış cepheli yapısı olmak özelliğini kazandırır. Ve şehrin Selçuklu tarzında çini süslemeleri olan yegane eseridir. Türbede Mahmud Paşa ile oğlu Mehmed Bey medfundur. Cami ile türbe arasındaki hazirede ise Osmanlı sarayı mensupları, önde gelen devlet memurları ve din adamları medfundur.

Mahmutpaşa Hamamı

1466-1467’de tamamlandı, İstanbul’un en eski hamamlarından biri olan yapı, caminin kuzeyinde olup çifte hamam şeklindeydi. Bugün yalnızca erkekler kısmı hamam olarak kullanılıyor. 18. yüzyıldaki büyük yangından sonra bir onarım geçirdi. Kadınlar kısmı 19. yüzyılda tahrip olmuşken 1953’te büyük bir tamirat geçirerek hamam olarak kullanılmaya devam edilmişse de kısa bir süre sonra terk edilerek önce depoya sonra da çarşıya dönüştürüldü.

Kürkçü Hanı

Fetihten sonra yapılan Osmanlı hanlarının en eski örneği olan han, aynı zamanda Fatih devrinden günümüze gelebilmiş tek örnektir. Mimarının, camiyi de inşa eden Sinan-ı Atik olduğu sanılmaktadır.
Kürkçü Hanı Bursa’da bulunan Osmanlı hanlarının bir devamı olarak görülür. Özellikle Bursa’daki Fidan Hanı ile büyük benzerlikleri vardır. Her iki hanın da oda sayıları aynıdır. Kürkçü Hanı’nın alt katında 48, üst katında 49 oda bulunur. Malzeme olarak taş ve tuğlanın kullanıldığı hanın cepheleri düzgün kesme taştan yapılmış ve taş sıraları arasına hatıllar yerleştirilmiştir.
Bir büyük, bir de küçük olmak üzere iki avluya sahiptir. Hanın büyük avlusunda bulunan ve Fatih’in silahtarı Hacı Küçük Ahmed Ağa tarafından yaptırılan mescit bugün orijinalliğini kaybetmiş durumdadır.

Daye Hatun Camii

“Tarakçılar Camii” diye de anılır. Banisi Fatih’in sütannesi (dayesi) Ümmü Gülsüm Hatun’dur. Vakfiyesi 1485 tarihlidir. Cami 1970’e kadar harap durumdayken 1971 senesinde halkın yardımlarıyla yeniden inşa edildi. Banisinin türbesi caminin avlusunda bulunur.

Baba Ali Şah Tekkesi

Molla Fenari Mahallesi’nde, Mahmutpaşa Külliyesi’nin yakınında, Mengene Sokağı ile Celal Ferdi Gökçay Sokağı’nın kavşağında yer alır.


Büyük Çorapçı Hanı

Kapalı Çarşı ile Mısır Çarşısı arasında uzanan Mahmutpaşa Caddesi üzerindeki hanlar grubunun Fincancılar Yokuşu ile Mahmutpaşa Caddesi’nin kesiştiği köşede inşa edilmiştir. Kaptan-ı Derya Piyale Paşa tarafından yaptırıldığı söylenir. 16. yüzyıl sonuna tarihlendirilmiştir.


Çuhacı Han

Mahmutpaşa Yokuşu’nun başında, Kılıççılar Sokağı ve Çuhacı Han Sokağı arasında bulunan adayı kaplayan bir 18. yüzyıl ticaret yapısıdır. Nuruosmaniye ve Kapalıçarşı’nın birleştiği yerin karşısında yer alır. Damat İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. 1753’teki büyük Hoca Paşa yangınında yanmış, eskisinin tamiri suretiyle inşa olunmuştur.

Güzelce Mahmud Paşa Çeşmesi

Mahmutpaşa Mahallesi’nde, Mahmutpaşa Külliyesi’nin yakınında, Yanıksaraylar, Mengene ve Bezciler Sokakları’nın kavşağındaki küçük meydanda yer alır. Vezir Güzelce Mahmud Paşa (ö. 1606) tarafından 1605’te yaptırılmış, sonradan üç kez onarılmıştır. Tek yüzlü bir meydan çeşmesidir.
Güzelce Mahmud Paşa çeşmesinden başka, semtte bulunan diğer çeşmeler arasında; Mahmutpaşa Camii avlusuna Nuruosmaniye tarafından girerken sağda bulunan 1616’da (1025) yapılmış olan “Darussaade Hacı Mustafa Çeşmesi”, yine aynı cami orta kapısı dışındaki 1828 (1244) tarihli “Sultan II. Mahmud Çeşmesi”, semtin Hacı Köçek Camii avlu kapısı bitişiğinde bulunan 1872 (1289) yılında inşa edilmiş olan “Başmusahip Server Ağa Çeşmesi”, Mahmutpaşa Medresesi’nin karşısında orta yerde bulunan 1605 (1014) tarihli “Mısırlı Osman Ağa Çeşmesi” sayılabilir. Mahmutpaşa’da bugün ancak dershanesi kalabilmiş olan Mahmutpaşa Medresesi’nden başka, Sultan Osman ve Rahıkizade Medreseleri bulunmaktadır.





MERCAN

İstanbul’un 3. tepesi Beyazıt’ın, doğu-kuzeydoğu yamacında bulunan Mercan, Eminönü İlçesi hudutları içindedir. Kuzeyinde Tahtakale, güneyinde Kapalıçarşı, doğusunda Mahmutpaşa, batısında Fuat Paşa Caddesi ile İstanbul Üniversitesi merkez binası ve bahçesi bulunur.

*Mercan İsmi

Kuruluşunun Fatih dönemine kadar gittiği sanılan semt, ismini Mercan Ağa’dan alır. Mercan Ağa, burada bir cami, çeşme ve sıbyan mektebi yaptırmıştır.*





Mercan Tarihi

Mercan Ağa Camii Mahallesi Fatih dönemi sonu mahalleleri arasındadır. İbrahim Paşa Camii nahiyesinde “Mahalle-i Mescid-i Mercan Ağa” adıyla kayıtlıdır ve vakfiye tarihi 878/1473’tür.
Mercan semti muhtemelen kurulduğu devirden, 1934’e kadar Mercan Ağa Camii Mahallesi’nden başka Bezzaz-ı Cedit Mescidi Mahallesi, Saman Veren-i Evvel Mescidi Mahallesi (veya Çukurçeşme Mescidi Mahallesi) ve Saman Veren-i Sani Mahallesi’ni de içine alıyordu. 1934’teki idari bölünmeyle yalnız “Mercan Ağa Mahallesi” Mercan semti olarak kabul edilmekle beraber halk, çevredeki cadde ve sokakları yine Mercan semtinden saymaya devam etmiştir.
Mercan’da Osmanlı dönemindeki konaklardan biri “Mercan Sarayı” diye de bilinen ve 1911’de yanan meşhur Ali Paşa Konağı’dır. 1980’lerde ise Mercan hudutları içerisinde 2150 dükkana karşılık sadece 15 konut bulunuyordu ki bu durum semtin tamamıyla işyerleriyle dolduğunu gösteriyor. Bugün Mercan tamamen bir alışveriş ve ticaret semti olmuştur.
Mercan semtinde bulunan cadde, sokak ve mescit adları semtin ticari niteliğini ortaya koyar: Örücüler Camii (Mercan Ağa Camii), Terlikçiler Mescidi (1942’de yıkılan Piri Mehmed Paşa Mescidi), Çakmakçılar Yokuşu, Yağlıkçılar ve Örücüler Caddeleri, Ağızlıkçı, Nargileci, Hamamcı, Şamdancı, Dökmeciler, Çarıkçılar, Fincancılar ve Sandalyeciler Sokakları gibi.
Eskiden Mercan, ticari açıdan pabuç ve terlikçiliğin merkezi sayılırmış. Bu özelliğini Fatih devrinden 1960-1970’lere kadar sürdürmüş, son 25-30 yılda ve özellikle 1980’de Kapalıçarşı çevresinin ticari yapısının değişmesi Mercan’ı da etkilemiş, bölge bir ticaret merkezi olma özelliğini sürdürmüşse de ticaretin yapısı ve niteliği değişmiş ve çeşitlenmiştir.


*Mercan Yangınları

Eskiden daracık sokaklara sahip ahşap evlerle kaplı İstanbul’da herhangi bir yangın çıktığı zaman rüzgarın da olumsuz etkisiyle yangın çabucak yayılır, şehrin yarısını veya büyük bir bölümünü küle çevirirmiş. Böyle yangınlar Mercan’da da çokça yaşanmıştır;
26 Haziran 1645’teki, bilinen ilk büyük yangındır. Beyazıt Sarayı’nın (meşhur eski saray) harem köşklerini dahi yakmıştı.
1790 Uzunçarşı’da çıkan yangın 10 saat sürmüş ve pek çok ev ve işyerini küle çevirmişti.
2 Temmuz 1795’te Eminönü Balıkpazarı’ndan çıkan yangın Mercan’a kadar uzanmış ve pek çok yer yanmıştı.
23 Temmuz 1911’de Mercan’ın Bezzaz-ı Cedit Mahallesi’nde bir mangaldan çıkan yangın 10 saat sürmüş, büyük tahribata sebep olmuştu.
1927’deki epey hasara sebep olmuş yangının yaktıkları arasında bir de cami bulunuyordu.*


Mercan’da Eserler

Mercan Ağa Camii

Taya Hatun Mahallesi’nde, Örücüler ve Tığcılar Sokaklarıyla Mercan Caddesi çıkmazı arasında yer alır. Banisi Mercan Ağa’dır. Cami, “Darussaade Ağası Camii” ve “Örücüler Camii” adlarıyla da anılır. Bazı kaynaklar Mercan Ağa’nın Darussaade Ağası olduğunu, caminin bu sebeple bu adla anıldığını belirtirlerken Hadika, Mercan Ağa’nın Darussaade Ağası olmadığını, caminin Darussaade Nazırı Nezir Ağa tarafından yeniden yaptırıldığını Altuncuzade Hafız Mehmed adlı bir şairin tarih beytine dayanarak göstermektedir. Bu beyite göre cami, 1114/1702’de yenilenmiştir.
Cami bundan başka 17. yüzyılda da bir yangın sonucu harap olması üzerine tamir gördü. Sonradan çeşitli dönemlerde de birçok onarım geçirdi. Gördüğü bu onarımlar sırasında yavaş yavaş özgünlüğünü kaybeden cami, 1946’daki restore sonrası orijinal halinden bambaşka bir görünüm kazanmakla beraber halen varlığını koruyor. Caminin 18. yüzyıl özellikleri taşıyan kesme taştan yapılma tek şerefeli bir minaresi vardır.

Çandarlı İbrahim Paşa Camii

Uzunçarşı Caddesi ile Fincancılar Yokuşu’nun kavşağında bulunur. Sultan II. Bayezid devri sadrazamlarından Çandarlı İbrahim Paşa tarafından 1492-1494 yılları arasında yaptırılmıştır. Enlemesine dikdörtgen biçime sahip olan cami, kesme taştan yapılmış olup çatılı ve minarelidir. Ayrıca sekiz sütunlu bir son cemaat yeri vardır. Buranın sağ ve sol duvarlarında birer mihrap bulunur.
Cami tarih boyunca pek çok felaketle maruz kalmış ve birçok tamirat geçirmiştir. Bugün ibadete açık olan cami, özensiz onarımlar sebebiyle orijinal karakterini kaybetmiş durumdadır.

Büyük Valide Hanı

Mercan’da Çakmakçılar Yokuşu ile Fırıncılar Yokuşu arasında yer alır. İstanbul’un en büyük hanı olan yapı Kösem Sultan’ın Üsküdar’da inşa ettirdiği Çinili Camii ve külliyesine vakfedilmek üzere yine Kösem Sultan tarafından inşa ettirildi. Üç avlusu bulunan han, Sultan IV. Murad’ın (1623-1640) saltanatı sırasında inşa edildi. Valide Hanı, Büyük ve Küçük Valide Hanı olmak üzere iki bölümden oluşmaktaysa da genel olarak “Büyük Valide Hanı” diye bilinir.

*Kösem Sultan

Valide Hanı’nın banisi Osmanlı tarihinin en ünlü ve etkili valide sultanlarından olan Mahpeyker Kösem Valide Sultan’ın Rum veya Bosna kökenli olduğu sanılır. Sultan I. Ahmed’in (Sultanahmet Camii’ni yaptıran) eşi, Sultan IV. Murad ve Sultan İbrahim’in anneleridir. İktidar hırsı ve hükmetme arzusuyla tanınmakla beraber cana yakın, zarif, akıllı ve güzeldi, ayrıca yaptırdığı hayır ve hasenatı ile de meşhurdu.
Küçük yaşta saraya alınmış, 1610’dan sonra Sultan I. Ahmed’in dikkatini çekip eşleri arasına katılmış ve onun ölümüyle genç yaşında (27) dul kalmıştı. Onun Osmanlı iktidarında oynadığı rol, oğlu Şehzade Murat’ın çocuk yaşta (12) tahta çıkmasıyla başlar. Oğlu saltanatın dizginlerini eline geçirinceye dek saray ondan sorulmuştur. IV. Murad’ın ölümünden sonra diğer oğlu Sultan İbrahim zamanında, onun tahttan indirilmesinden sonra da torunu IV. Mehmed devrinin ilk yıllarında etkili oldu. Yeni Padişah’ın annesi Hatice Turhan Sultan’ın emriyle 1651’de boğduruldu. Sultan I. Ahmed’in yanına defnedildi.
Beş büyük hasından yıllık geliri yüz binlerce altın tutarında olan Kösem Sultan varlığının büyük bölümünü hayır işlerine harcamıştır. Kahire’de su yolları, İstanbul’un çeşitli semtlerinde ve İmparatorluk topraklarının hemen her yerinde birçok cami, mescit, medrese, han, hamam, imaret, vb. yaptırmıştır. Ayrıca borç yüzünden hapis yatanların borcunu ödeyip bıraktırdığı, yoksul kızlara çeyiz düzüp evlendirdiği, muhtaçlara maaş bağladığı bilinmektedir.*

Büyük ve Küçük Yeni Han

Büyük Yeni Han, Beyazıt’tan Sultanhamam’a dik bir yokuş halinde inen Çakmakçılar Yokuşu’nun sağ kenarında, Büyük Valide Hanı’nın alt köşesi karşısındadır. Küçük Yeni Han ise, Sandalyeciler Sokağı’nın üst kısmındaki tek kubbeli Sultan III. Mustafa camisine bitişik bir vaziyettedir. Bu iki han aynı zamanda yapılmıştır. Hayır ve hasenatı ile meşhur padişahlardan Sultan III. Mustafa (1757-1774) tarafından yaptırılan bu iki hanın yapılış tarihinin 1761-1763 arası olduğu sanılır.
Küçük Yeni Han’ın en ilginç tarafı üst katta bulunan ve bir merdivenle çıkılan Sultan III. Mustafa Camii’dir. Küçük Yeni Han günümüzde çok yıpranmış ve özgün konumunu kaybetmiş durumdadır. Büyük Yeni Han ise Valide Hanı’ndan sonra, İstanbul’un en geniş alana yayılan kervansaray tipindeki hanıdır. Az rastlanır bir özellik olarak Küçük Yeni Han gibi üç katlı olan hanın, bu özelliği sayesinde oda sayısı Valide Hanı’ndan fazladır. Ancak han çok dar ve meyilli bir arazide yapıldığından planı Valide Hanı’nın planı kadar muntazam değildir. Büyük Yeni Han’da göze çarpan diğer bir özellik ise Sandalyeciler Sokağı başındaki köşesinde bulunan kuşevidir.


Ali Paşa Konağı

Osmanlının son dönemlerinde yapılan konakların en büyüklerinden biri de Mercan Yokuşu başında bulunan Ali Paşa Konağı’dır. Diğerleri gibi bu konak da bugün mevcut değildir. Üç katlı kagir yapısı ve çok büyük ölçüleri ile bir konaktan çok bir saray görünümünde olan yapı, 1865 tarihinde Agop ve Sarkis Balyan kardeşlere yaptırılmıştır. “Mercan Sarayı” adıyla da bilinir.
1871’de ölümüne kadar Ali Paşa tarafından kullanılan konak, onun vefatından sonra kısa bir süre Şeyhülislamlık makamı olmuş, daha sonra Abdülmecid’in büyük kızı Fatma Sultan’a tahsis edilmişti. Bir süre sonra Abdülaziz’in kızları Saliha ve Nazıme Sultanların beraberce ikametlerine ayrıldı. 1893’te hanım sultanlar buradan ayrılınca Ali Paşa Konağı “Mercan İdadisi” olarak kullanılmaya başlandı. Daha sonra Harbiye Nezareti’ne devredilerek “Erkan-ı Harbiye Binası” olarak kullanıldı. 23 Temmuz 1911’deki Beyazıt-Laleli-Aksaray semtlerinin büyük kısmını harap eden Mercan yangınında bu meşhur konak yalnız duvarları kalacak şekilde yandı. Bundan sonra halk arasında “Yanık Saraylar” adıyla anılmaya başlandı. Sonraları ihya edilmesi düşünülmüşse de zamanın vali ve belediye başkanı tarafından ortadan kaldırıldı.



*Mercan Odaları

Osmanlı döneminde Mercan, daha çok ayakkabı ve terlik imalathanelerinin bulunduğu ve bunların malzemelerinin ticaretinin yapıldığı bir semtti. Bu çevrede ve imalathanelerde çalışan bekar işçilerin evleri olmadığından burada bulunan dükkanların üst katlarındaki odalarda kalırlardı. İşte bu bekar işçilerin kaldıkları odalara “Mercan Odaları” adı verilmişti. Fatih devrinde kurulan Mercan odaları rivayete göre her biri birçok hücreden (oda) oluşan sekiz binaydı, günümüzde mevcut değildir. Zaman zaman usta ve kalfaların da bu odalarda kaldıkları görülmüştür.
Mercan odalarında bulunan pabuççu bekarlar belli bir disiplin altında hareket ediyorlardı. Gündüz işlerini bitirip dükkanlarını kapadıktan sonra akşam yemeğine kadar istirahata geçerler, yemekten sonra da biraz sohbet edip yatarlardı. Odalara yabancı misafir davet etmek, buralarda geçici de olsa hemşeri ağırlamak kesinlikle yasaktı.
Mercan odalarında yatıp kalkan bekar işçileri şehrin diğer kesimlerindeki bekar işçi sınıflarından gerek terbiye gerekse fiziki güç açısından üstündü. Evliya Çelebi’nin anlattığına göre; bir gün Kanuni Sultan Süleyman’ın Yeniçerilere kızdığını, onları uslu durmazlarsa Mercan Odaları bekarlarını üzerlerine salmakla tehdit ettiğini duyan bekarlar hemen silahlanarak ve “Allah Allah” nidalarıyla Topkapı Sarayı’nın dış kapısından içeri girerek gülbang-ı Muhammediye çekip padişahın karşısına geçmişlerdi. Sayılarının 40.000 olduğunu, emir buyurulursa sabaha kadar 80.000 olabileceklerini ve padişahın emrinde olduklarını söylemişlerdi. Padişahın arzularını sorması üzerine pabuç ve mestlerini daha yüksek fiyattan satmak istediklerini söylemişler ve arzularına nail olmuşlardı. Mercan odalarında bulunan bekarlar 20. yüzyıla kadar Odabaşı adı verilen zabitlerinin gözetiminde disiplinli bir şekilde yaşamışlardı.*








TAHTAKALE

Tahtakale, Eminönü’nde Mısır Çarşısı’nın güneybatısında Mercan’la Rüstem Paşa Camii ve Hasırcılar Caddesi arasında kalan semttir. İdari açıdan Tahtakale, Eminönü İlçesi’ne bağlı bir mahalledir. Haliç kıyısında, Galata Köprüsü’nün batı tarafında bulunur. Mahmutpaşa ve Mercan’ın bir devamı niteliğinde olan Tahtakale bir liman içi semt olarak bilinir. Ticari özelliği Bizans zamanına değin uzanan Tahtakale semtinin sınırları; doğuda Tahmis Caddesi ve onun uzantısı olan Sabuncu Hanı Sokağı, güneyde Vasıf Çınar Caddesi ve Saman Veren-i Evvel Camii, batıda Uzunçarşı Caddesi ve Tahtakale Hamamı, kuzeyde Hasırcılar Caddesi’dir.



*Tahtakale İsmi

Tahtakale “kale altı” anlamına gelen “Tahte’l-kal’a” kelimesinin zamanla değişmiş şeklidir. İhtimal ki Mercan veya Beyazıt civarındaki eski bir sur veya benzeri bir yapı yüzünden, belki de Eski Saray’ın surları sebebiyle daha aşağıda yer alan bu semte “kale altı” denmiştir.*




Tahtakale Tarihi

Tahtakale’nin Bizans döneminde Venedik kolonisi olduğu biliniyor. Haliç kıyısında, Galata Köprüsü’nün batısında bulunan ve iskelesinden Galata ile İstanbul arasındaki bağlantıyı sağlayan Porta Perema’nın (Balıkpazarı Kapısı) karşısında bir ticaret bölgesiydi. Latinler buradaki iskeleye “Scala Sycena” (Galata İskelesi), kapıya da “Porta Pescaria” ( Balıkpazarı Kapısı) diyorlardı. Bu civarda Bizans döneminde de balık pazarı ve bir baharat pazarı bulunuyordu. Venedik kolonisinin dükkan ve konutları içeride Tahtakale kesimindeydi.
İstanbul’un fethinden sonra Tahtakale, Bizans devrindeki ticari konumunu sürdürdü. Osmanlı devrinde “Yemiş İskelesi” adını alan Balıkpazarı İskelesi de bu ticari faaliyetlere işaret etmektedir. Tahtakale semti de tıpkı Mercan ve Mahmutpaşa’da olduğu gibi Osmanlı devirlerinde önemli sayıda konuta sahipti. Bu konutların varlığı 19. yüzyıl sonlarına kadar sürdü.

Tahtakale’de Eserler

Rüstem Paşa Camii

Rüstempaşa Camii, Tahtakale’nin ve Yeni Cami ile beraber Eminönü İskelesi’nin bir simgesi durumundadır. Banisinin adıyla anılan caminin yapılış tarihi 1561’dir. Rüstem Paşa’nın Mimar Sinan’a yaptırdığı cami, bu büyük mimarın en muhteşem ve süslü eserlerinden biri olarak bilinir. İnşa kitabesi bulunmadığından yapılış tarihi tam olarak belli değilse de 1561 olduğu tahmin edilir.
Türk sanatının hem yapı, hem de tezyinat bakımından şaheserlerinden sayılan eser, ticari bir çevre içinde binanın boğulabileceğini düşünen mimarı tarafından başka eserlerde görülmeyen bir tertip kullanılarak yüksek bir bodrumun üstüne fevkani olarak inşa edilmiştir.
Mimar Sinan’ın bu camiyi Edirne’deki Selimiye Camii’nin bir maketi olarak yaptığı söylenir. Caminin en önemli ve etkileyici tarafı hiç şüphesiz ki iç mekanın büyük bir bölümünü kaplayan ve hiçbir camide olmadığı kadar yoğun olan çinilerdir. Bu çiniler İznik çinilerinin zirveye çıktığı devrin ürünleridir.


*Rüstem Paşa

Tarihde “Kehle-i İkbal” diye anılan Rüstem Paşa, Kanuni devrinin iki önemli sadrazamından ikincisidir. İlki Makbul İbrahim Paşa’dır. Padişahın emriyle öldürülmüş ve bundan sonra adı “Maktul”e çıkmıştır. 1523-1536 yılları arasında 13 yıl sadrazamlık yapmıştır. Diğeri ise Rüstem Paşa’dır. İki kez sadrazam olmuş, ilki 9 yıl (1544-1553), ikinci ve ölümüne kadar olan sadareti ise 6 yıl (1555-1561) sürmüştür.
Rüstem Paşa’nın Hırvat asıllı olduğu söylenir, Bosna kökenli olduğunu kabul edenler de vardır. Osmanlı hizmetine geçtiğinde ailesi Müslüman idi. Genç yaşında Acemi Oğlanlar Ocağı’nda yetişti, oradan saraya girerek kısa sürede padişahın gözüne girmeyi başardı. Mohaç Seferi’ne sultanın silahtarı olarak katıldı, seferden sonra Diyarbakır’a vali olarak atandı. İşte burada vali iken meşhur “kehle (:bit) hadisesi” yaşandı;
Kanuni Sultan Süleyman, Rüstem Paşa’yı Hürrem Sultan’dan olma kızı Mihrimah Sultan’la evlendirmeyi düşünüyordu. Bunu duyan düşmanları Paşa’nın cüzamlı olduğu söylentisini yaydılar. Padişah durumu tahkik ettirmek istedi ve hassa tabiplerinden Mehmed Halife’yi Diyarbakır’a gönderdi. Meğer cüzamlıda bit bulunmazmış. O zamanlarda bit hayatın şartları gereği hemen herkeste az çok olurmuş, hatta “Pire itte bit yiğitte” sözü meşhurdur. Gönderilen doktor gizli bir teftiş sırasında paşanın çamaşırlarını incelerken bite rastlamış ve derhal İstanbul’a raporunu yazmış. Böylece bit (kehle) sayesinde Rüstem Paşa temize çıkmış, sadarete kadar uzanan ikbal kapısının yolu kendisine açılmış. Hadise her tarafta duyulunca paşanın adı da “Kehle-i İkbal”e çıkmış, yani “bit sayesinde talihi yaver giden”. O sırada devrin şairlerinden biri de şu meşhur beyti söylemiş:
“Olıcak bir kişinin bahtı kavî tâlii yâr
Kehlesi dahi mahallinde anın işe yarar”
Cüzam davasından yakasını sıyıran Rüstem Paşa’ya Anadolu Beylerbeyliği verildi, sonra üçüncü vezirliğe yükselerek Divan-ı Hümayun’a girdi, işte bu görev sırasında 1539 yılı içerisinde Mihrimah Sultan’la evlendi. 1541’de ikinci vezir olan paşa 1544’te de Hadım Süleyman Paşa’nın yerine sadrazam oldu.
Kanuni’nin Hürrem Sultan’a karşı bir zaafı olduğu bilinir. Hürrem Sultan da bu zaafı kullanarak devlet işlerine karışmaktan geri durmazdı, kızı Mihrimah Sultan ve damadı Rüstem Paşa’da en büyük yandaşlarıydı ve Hürrem Sultan taht için kendi oğullarını düşünmekteydi. Ne var ki o sırada veliaht, askerin ve halkın büyük sevgisini kazanmış olan Amasya Valisi Şehzade Mustafa idi.
Hürrem Sultan, kızı ve damadı, padişahı Şehzade Mustafa’nın kendisini tahtan indirip yerine geçmek istediğini ileri sürerek kandırdılar. Bu sırada İran Seferi açılmıştı (1552). Padişah sefere çıkmamıştı, Rüstem Paşa padişaha şehzadenin isyan hazırlığı içinde olduğu yollu bir mektup gönderip sultanı sefere çıkmaya razı etti. Nihayet Şehzade Mustafa olanlardan habersiz babasını görmeye geldiği sırada sorgusuz sualsiz boğduruldu. Bunun üzerine asker galeyana gelip Rüstem Paşa’nın çadırını yağmaladı. Soluğu İstanbul’da alan paşa, sadaretten azlolundu. Şairler katledilen şehzadeyi bir yandan mersiyelerle överken diğer yandan Rüstem Paşa’yı yerin dibine batırdılar. Kendisi belki de bu yüzden şairleri hiç sevmezdi.
“Getirdi arkasını yere Zal-i devr ü zeman
Vücuduna sitem-i Rüstem ile erdi ziyân “

Fakat iki yıl sonra karısı ve kızı tarafından ikna edilen padişah, Rüstem Paşa’yı yeniden sadrazam yaptı. Bu ikinci sadrazamlığı ölümüne kadar (1561) sürmüştür. Paşa’nın türbesi Şehzadebaşı Camii’nin avlusundadır.
Rüstem Paşa; aklı, zekası, askerliği ve tecrübeliliğiyle tanınırdı. Zamanında Osmanlı hazinesi dopdoluyken kendisinin de muazzam bir serveti vardı. Osmanlı ülkesinin hemen pek çok yerinde cami, medrese, kervansaray, hamam, imaret ve kütüphane gibi hayratı olup bunların çoğunu Mimar Sinan’a yaptırmıştı. En meşhur ve muhteşemi de Tahtakale’de bulunan camidir.*

Tahtakale Hamamı

Tahtakale’de Uzunçarşı Caddesi’nde Rüstem Paşa Camii’nin karşısındadır. İstanbul’un en eski tarihi Osmanlı eserlerinden olan hamam, Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırıldı. Fatih’in 1470-1471 tarihli vakfiyesinde Tahtakale Hamamı Fatih Camii vakıfları arasında gösterilmiştir. Buna göre hamamın 1470’ten önce inşa edildiği söylenebilir.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra Vakıflar İdaresi tarafından satılan hamam özgünlüğünden pek çok şey kaybederek buz deposu olarak kullanıldı, 1980’li yıllarda peynir deposu oldu. Tekrar bir hamam olarak kullanılmasının mümkün olmadığı görüldüğünden çarşı haline getirtmek amacıyla restore edilmesine karar verildi. 1987-1991 yılları arasında meydana gelen bu restorasyonda hamam pek çok yeni öğe kazandı ve şu an “Tahtakale Hamamı Çarşısı” adıyla faaliyettedir.


*Çeşmeler

Tahtakale semtinde bulunan çeşmelerden Balkapanı Hanı avlusundaki 1813 (1228) tarihli Seyit Hacı Mehmed Ağa Çeşmesi, 1824’te (1240) Trabzonlu Kazlıcalızade Halil Ağa tarafından yaptırılan Şeyh Davut Hanı karşısındaki El Hac Halil Ağa Çeşmesi ve Marpuççularda 1566’dan önceye tarihlenen, Alaca Mescid veya Çelebioğlu Alaeddin Mescidi denilen mescidin avlu kapısında bulunan ve Kanuni Sultan Süleymen tarafından yaptırılmış olan çeşme sayılabilir. Bu sonuncusunun kitabesi “Sâhibü’l-hayrât Süleyman Han” diye geçmektedir.*


Balkapanı Hanı

Kitabesi günümüze ulaşmayan yapının inşa ettireni ve mimarı bilinmiyor. Yeni Cami ile Küçükpazar arasında, Rüstem Paşa Camii yakınında bulunan hanın üslup özelliklerinden 16. yüzyılda inşa edildiği anlaşılır. Yüzyıllar boyunca Osmanlı ülkesinin dört bir tarafından İstanbul’a getirilen enfes ballar buraya getirilip stoklanmış ve buradan satılmıştı.
İstanbul deniz gümrüğüne yakın bir alanda bir ticaret yapısı olarak planlanan ve kendisini sınırlayan caddeye adını veren han klasik kervansaray tipinde bir handır. Giriş koridorunun iki kenarında yer alan merdivenlerle üst kata çıkılır. Binanın en ilginç yanı mahzen kısmıdır. Burada kemerli koridorlar ve odalar vardır. Balkapanı Hanı bugün harap durumdadır.







Büyük Çukur Han

Rüstem Paşa Hanı diye de bilinir. Rüstem Paşa’nın burada yaptırdığı külliyeye ait ticari yapılar içinde en büyük olanı Büyük Çukur Han’dır. Küçük Çukur Han da Rüstem Paşa Hanı diye geçer. Büyük Çukur Han’ın da kitabesi yoktur. Vakfiyeye göre 1561’de yapıldığını söylemek mümkündür. Özgün şekliyle günümüze ulaşan yapının ana giriş kapısı Mahkeme Sokağı’ndadır.

Küçük Çukur Han

Külliyenin ana unsuru olan caminin karşı köşesinde Mahkeme Sokağı’nın bir köşesinde inşa edilmiştir. Bu yapı da her hangi bir kitabeye sahip değildir. Fakat vakfiyeden bunun da 1561 yılında yapıldığı anlaşılabilir. Mimarı tüm külliyeyi inşa etmiş olan Mimar Sinan’dır.

Sabuncu Hanı

Eminönü’nde kendi adıyla anılan caddenin üzerinde bulunan Sabuncu Hanı, kitabesiz olup bulunduğu alanın yapısal özellikleri göz önünde tutulduğunda inşa tarihinin 1800’lerden sonra olduğu anlaşılır. Han iki bloktan oluşur. Yapı günümüze harap bir durumda ve bazı değişikliklerle ulaşmıştır.

Leblebici Hanı

Tahtakale’de Fincancılar Yokuşu ile Sabuncu Hanı Sokağı’nın kesiştiği köşede hanların yoğun olarak bulunduğu bir bölgede inşa edilmiştir. Hürrem Sultan’ın vakıflarından olduğu söylenen yapı 16. yüzyılın ortalarına tarihlendirilir. Fakat yapının cephe özelliklerinin 18. yüzyıla işaret etmesi bu yüzyılda bir tamir geçirdiğini gösterir. Klasik han tipinde olan yapı günümüze harap ve çok değişmiş bir biçimde ulaşmıştır.



*Mahmutpaşa – Tahtakale – Mercan

İstanbul’un gelişmesinde Haliç’in şüphesiz büyük bir rolü olmuştur. Bu güvenli limanın sağladığı avantajla durmadan büyüyen şehirde ticaret ve iş hayatı da doğal olarak Haliç kıyısına yakın bölgelerde gelişmişti.
Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı gibi iki büyük bedesten ve Sultanhamam ve Yeşildirek gibi semtlerden ayrı olarak bu çarşılar bölgesinde üç önemli semt ön plana çıkmıştır ki bunlar bu kitapçıkta incelenen Mahmutpaşa, Mercan ve Tahtakale semtleridir.
Bizans zamanından kalma ticari yapıları fetih sonrası çeşitlenen ve güçlenen bu semtler daha çok Osmanlı hanedanı ve devlet adamları tarafından yaptırılan çeşitli eserler ve çok sayıda han ve dükkanla şenlendirildi.
Bu bölgede ilk önce, aynı zamanda fetih sonrasının ilk büyük külliyesi olan; cami, han, hamam, medrese, imaret, türbe, 265 dükkandan oluşan yapı topluluğu Sadrazam Mahmud Paşa tarafından yaptırılmış, paşanın adıyla anılacak olan semtin gelişmesinde bu külliyenin büyük katkıları olmuş, daha sonradan yapılan han ve dükkanlar semtin merkezi konumunu perçinlemiştir.
Mercan semti buraya adını veren Mercan Ağa ve Çandarlı İbrahim Paşa gibi şahsiyetlerin eserleriyle ve burada yapılan Mercan odalarıyla gelişme gösterirken sonraki yüzyıllarda yapılan ve İstanbul’un en büyük hanları olan Valide Hanı ve Büyük Yeni Han gibi güzide eserlerle ticari açıdan çok önemli bir yer haline geldi ve bölge daha çok terlikçi ve pabuççularıyla ön plana çıktı.
Bizans zamanında, yaptıkları ticaretle tanınan Venediklilerin bir kolonisi olan Tahtakale, Haliç’in kıyısındaki ticaret iskelelerinin hemen arkasında bulunmasıyla fetihten sonra da eski ticari geleneğini sürdürdü, meşhur veziriazamın buraya armağan ettiği cami (Rüstem Paşa Camii) ve ticari yapılarla önemini artırdı. Daha sonraları yapılan Balkapanı Hanı, Sabuncu Hanı, Leblebici Hanı gibi daha pek çok hanlar ve dükkanlarla dolan semt çarşılar bölgesinin güzide bir bölümü oldu.
Her üç semt de büyük birer ticari merkez olma özelliklerini sürdürürken aynı zamanda çok sayıda konuta sahip bulunuyordu. Fakat bu çevre çok sayıda ve meşhur yangınlara da sahne oldu, meydana gelen bu yangınlar sonucu konut sayısı giderek azaldı. 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında artık bu çevrenin, hemen hemen tamamıyla bir ticari bölge olduğu söylenebilir.
Daha sonraları Galata, İstiklal Caddesi ve Şişli gibi mekanların ön plana çıkmaya başlaması üzerine bu tarihi ticaret semtleri itibar kaybına uğramış olsalar da canlılıklarından bir şey kaybetmediler. Bu çevre bugün daha çok orta ve alt sınıfın alışveriş yaptığı yoğun bir ticaret bölgesidir. Toptan ve perakende satış yapan dükkanlarda yok yoktur. Aynı zamanda bu bölge sahip olduğu tarihi eserleriyle de önemli ölçüde turist çeker. Haluk Dursun’un dediği gibi, “Bugün Rüstem Paşa Camii’ni turistler bile ezbere biliyor.”

Kaynakça

Ş. Turan Altundağ, “Rüstem Paşa , İstanbul Ansiklopedisi”, c. 9, İstanbul, 1988, s. 800-802
Nezih Başgelen-Yücel Erdem, “Mahmutpaşa, Bir Semtini Sevmek”, İstanbul, 2001, s. 81-90
Murat Belge, “İstanbul Gezi Rehberi”, İstanbul, 1994, s. 67-80
“Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi”, İstanbul, 1993-1994
Semavi Eyice, “Büyük Valide Hanı”, DİA”, c. 6, İstanbul, 1992, s. 516-517
Semavi Eyice, “Büyük Yeni Han, DİA”, c. 6, İstanbul, 1992, s. 518-519
Semavi Eyice, “İstanbul, Tarihi Eserler, İA”, c. 5/II, s. 1214/67-68
Hafız Hüseyin Ayvansarayi, “Hadikatü’l-cevâmi”, haz. İhsan Erzi, İstanbul, 1987
“Hayat Türk Ansiklopedisi”, s. 55-58
“İstanbul Kültür ve Sanat Ansiklopedisi”, c. 4, İstanbul, 1984
Tahsin Öz, “İstanbul Camileri”, I-II, Ankara, 1987
İbrahim Hilmi Tanışık, “İstanbul Çeşmeleri”, I, İstanbul, 1943
M.C.Şehabettin Tekindağ, “Mahmud Paşa, İA”, c.7, İstanbul, 1988, s.183-188
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Osmanlı Tarihi”, II, Ankara, 1995, s. 103-104

SAYFA BAŞI